Kullanımıyla doğru orantılı olarak doğada tükenen ve yeniden oluşamayan kaynaklara yenilenemeyen doğal kaynaklar adı verilir. Bu tip kaynakların başında aynı zamanda yenilenemeyen enerji kaynakları olarak da adlandırılan fosil yakıtlar gelir. Petrol, doğal gaz ve kömür türlerinden oluşan fosil yakıtlar, yaşamları milyonlarca yıl öncesinde sona ermiş organizmaların fosilleşmesiyle meydana gelir.
Kömür, Dünya genelinde en fazla kullanılan ikinci enerji kaynağıdır. Dünya elektrik üretiminde ise %41’lik bir oranla ilk sırada yer almaktadır. Bu durumun başlıca nedeni ise başta Çin, Hindistan ve Endonezya gibi çok kalabalık, enerji ihtiyacı fazla ve kalkınmakta olan ülkelerde zengin taş kömürü yataklarının bulunmasıdır. Bu nedenle söz konusu ülkeler, elektrik enerjilerinin önemli bir kısmını termik santrallerde taş kömürünü yakarak elde etmektedirler (Fotoğraf 7.9).
Petrol ise taş kömürüne göre daha az bulunan ancak daha kullanışlı ve daha değerli olan bir yakıttır. Yüz milyonlarca yıldan bu yana denizlerde yaşayan canlıların ya da suların denizlere sürüklediği bitki kalıntılarının uygun şartlar altında fosilleşmesiyle oluşan petrol, yakın gelecekte de dünyanın siyasi ve ekonomi politikalarının temelini oluşturmaya devam edecektir. Günümüzün en çok tüketilen birincil enerji kaynağı olan petrol, rafinerilerde işlenmekte (Fotoğraf 7.10) ve özellikle petrokimya ile ulaşım sektörlerinde çok önemli bir yer tutmaktadır.
Doğal gaz, tüm Dünya’da en fazla kullanılan üçüncü enerji kaynağıdır. Kömür ve petrole göre daha temiz olan doğal gaz, özellikle ısınmada kullanılan bir enerji kaynağıdır. Dünya genelinde üretilen doğal gazın yaklaşık %75’i ısınmada kullanılmakta ve boru hatları ile çok uzak bölgelere kolayca nakledilebilmektedir (Fotoğraf 7.11).
Çağımızda Dünya enerji ihtiyacının çok büyük bir bölümünü karşılamakta olan fosil yakıtların rezervleri hızla tükenmektedir. 2050-2100 yılları arasında petrol ve doğal gaz rezervlerinin tükeneceği tahmin edildiğinden, bütün enerji kaynaklarının verimli bir şekilde kullanılması büyük önem taşımaktadır. Enerji ihtiyacının her yıl yaklaşık %4 ile %5 oranında arttığı ama kaynakların gittikçe azaldığı Dünya’da, enerjinin verimli kullanılmasını sağlamak için çok çeşitli programlar uygulanmaktadır.
Fosil yakıtlarla ilgili bir diğer olumsuz durum ise bu yakıtların küresel ısınmanın en önemli nedeni olmalarıdır. Enerji ve ulaşım sektörlerinde kullanılan fosil yakıtlar, önemli sera gazlarından biri olan ve atmosfere yayılarak iklim değişikliğine yol açan karbondioksidin başlıca kaynağıdır. Fosil yakıtların yakılması sonucunda ortaya çıkan karbondioksit, Dünya ortalama sıcaklığını son bin yılın en yüksek değerlerine ulaştırmıştır. Küresel ısınmanın sonuçları ise yoğun hava kirliliği ile büyük zararlara yol açan fırtına ve kasırga gibi doğal felaketlerin belirgin bir şekilde artması olmuştur. Buzulların erimesi ve deniz seviyelerinin yükselmesi, gelecekte birçok şehri sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır.
Dünya enerji kullanımı ve enerji üretiminde en çok kullanılan kaynaklar arasında nükleer enerji dördüncü sırada yer almaktadır. Özellikle ekonomik açıdan kalkınmış olan ülkelerde nükleer santrallere sıkça rastlanmaktadır. Nükleer enerji, atom çekirdeklerinin parçalanması esnasında ortaya çıkan bir enerji türüdür. Bu enerjinin elde edilmesi için uranyum ve toryum elementleri kullanılmaktadır. Uranyum ve toryum gibi elementler, fosil yakıtlar gibi kısa vadede tükenme tehlikesiyle karşı karşıya değildir. Bunun nedeni ise nükleer enerji elde etmek için kullanılan uranyum ya da toryum miktarının çok az olmasıdır. Örneğin 1 gram uranyumdan elde edilen enerji, üç ton taş kömüründen ya da 600 galon petrolden elde edilen enerjiye denktir.
2013 yılı itibarıyla dünya elektrik enerjisi üretiminin %14’ünü nükleer santraller karşılamaktadır. 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizinin ardından, enerji sıkıntısı çeken birçok kalkınmış ülke, nükleer enerjiye yönelmiştir. Bu ülkelerin başında ise Fransa gelmektedir. Toplam 62 nükleer santrale sahip olan Fransa, elektrik üretiminin %75’ini bu yolla sağlamaktadır. ABD’nin sahip olduğu 100’ün üzerindeki nükleer santral ise bu ülkenin elektrik enerjisi ihtiyacının %20’sini karşılamaktadır.
Nükleer enerji, sağladığı faydaların yanı sıra çok büyük sorunlara da neden olmaktadır. Nükleer atıklar çevreye fazla miktarda radyasyon yaymaktadır. Nükleer santrallerde meydana gelen kazaların, hatta ufak radyasyon sızıntılarının bile etkisi yıllarca sürmekte ve çok geniş bir alanı etkilemektedir. 1986 yılında, o dönemlerde Sovyetler Birliği içerisinde yer alan Ukrayna’nın Pripyat kentindeki Çernobil nükleer santralinde patlamalar meydana gelmiş ve santralin reaktörlerinden kaynaklanan radyasyon, çok geniş bir alanı etkilemiştir.
Dünyanın teknolojik anlamda gelişmiş ve nükleer santraller konusunda tecrübeli ülkelerinden biri olan Japonya’da bile nükleer santraller büyük tehlikeler yaratabilmektedir. Örneğin, 2011 yılında Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunami felaketinde Fukushima (Fukuşima) nükleer santrali büyük zarar görmüş, santralde çıkan yangın söndürülememiş ve reaktörlerin yaydığı radyasyon nedeniyle bölge tamamen boşaltılmıştır (Fotoğraf 7.12). Japonya gibi bir ülkede bile bu denli büyük bir nükleer felaketin yaşanması, nükleer enerjinin tekrar tartışılmasına neden olmuştur.
Fosil ve nükleer yakıtlar günümüzde en çok kullanılan enerji kaynakları olmasına karşın, birçok ülke topraklarındaki nükleer santral sayısını kısıtlamakta ve fosil yakıt rezervlerinin bitmesini beklemeden alternatif kaynaklara yönelmektedir. Her ne kadar istenilen düzeyde olmasa bile alternatif kaynakların enerji üretimindeki payı giderek artmaktadır.